Didem’in İkinci Blogpost Taslağı

Didem için Yer Tutucu Alt Başlık

kötümserliğe döndüğünü gördük. Zaman ilerledikçe daha da kötüleştik –daha da iyimser ve daha da intihara meyilli. Schuschnigg idaresindeki Avusturya Yahudileri ne kadar neşeli insanlardı, bütün tarafsız gözlemciler onlara bayılırdı. Kendilerine bir şey olmayacağına dair duydukları derin inanç harikaydı. Ancak Alman orduları ülkeyi işgal ettiğinde ve nazik komşuları Yahudi evlerinde isyan çıkarmaya giriştiğinde, Avusturya Yahudileri intihar etmeye başladılar.

Diğer intiharlardan farklı olarak arkadaşlarımız eylemlerine dair bir açıklama bırakmadılar. Zavallı bir adamı son gününe kadar konuşmaya ve neşeli davranmaya zorlayan bir dünyaya karşı hiçbir itham ve suçlamada bulunmadılar. Bıraktıkları mektuplar geleneksel, anlamsız belgelerdir. Dolayısıyla açık mezarlarının başında yaptığımız cenaze konuşmaları kısa, utanç dolu ve umut doludur. Kimse olası sebepleri sorgulamaz, hepimize açık ve net gözükürler.

Popüler olmayan gerçeklerden bahsediyorum ve amacıma ulaşmak için modern insanları etkileyen biricik argümanları –rakamsal verileri– bile kullanmıyor olmam işleri daha da kötü bir hale sokuyor. Rakamlar söz konusu olduğu sürece Yahudilerin varlığını öfkeyle reddeden o Yahudiler bile bize hayatta kalma şansı tanıyorlar. Sadece birkaç Yahudinin suçlu olduğunu ve çoğu Yahudinin savaş zamanında iyi vatanseverler olarak öldürüldüğünü başka nasıl kanıtlayabilirler ki? Onların Yahudilerin istatistik yaşamlarını kurtarma çabaları sayesinde biliyoruz ki, Yahudiler bütün medeni uluslar arasında en düşük intihar oranına sahiptirler. Bu rakamların artık doğru olmadığına eminim, her ne kadar yeni rakamlar sunamasam da yeni deneyimlerle kanıtlayabilirim. Kafatası ölçüsünün, içindekine dair kesin bilgiyi verdiğine ya da suç istatistiklerinin ulusal etiğin kesin seviyesini gösterdiğine asla tam olarak inanmayan kuşkucular için bu yeterli olacaktır. Neyse, bugün Avrupalı Yahudiler nerede yaşıyor olurlarsa olsunlar, artık istatistik yasalarına uygun olarak davranmıyorlar. İntiharlar sadece Berlin ve Viyana’daki, Bükreş ya da Paris’teki paniğe kapılmış insanlar arasında değil, New York ve Los Angeles, Buenos Aires ve Montevideo’da da gerçekleşiyor.

Öte yandan gettolardaki ve toplama kamplarındaki intiharlar hakkında çok az haber yapılmıştır. Doğru, Polonya’dan çok az bir haber gelmişti ancak Alman ve Fransız toplama kampları hakkında yeterince bilgimiz vardı.

Sözgelimi, biraz zaman geçirme fırsatını yakalamış olduğum Gurs kampında tek bir intihar duydum ve o da kolektif bir eylem önerisiydi –görünürde Fransızları sinirlendirmek için bir çeşit protesto eylemi. İçimizden bazıları oraya her şekilde “ölmek için”[1] gönderildiğimizi söylediğinde, genel ruh halimiz birden yaşam için şiddetli bir cesarete dönüştü. Genel kanı, insan hâlâ bütün olanları kişisel ve bireysel bir kötü şans olarak algılayıp buna uygun olarak da kişisel ve bireysel yaşamını sonlandırıyorsa, o kişinin

Click here to add your own

“Daha 1907’de saplantılı-zorlantılı nevrozun belirtilerinin dinsel tören ve uygulamalara benzerliğinden girerek dinin evrensel bir nevroz, saplantılı-zorlantılı nevrozun da bireysel bir din olduğunu ileri sürmüştü (Freud, 1907). 1912’deyse, belki en ünlü yapıtı olan Totem ve Tabu ile Freud, yalnızca dinin değil aynı zamanda uygarlığın da kökenlerini incelemeye başlamış ve bireysel Oidipus karmaşasıyla insanlığın tarihöncesi arasında koşutluklar ortaya çıkarmıştır.”

“Freud’a göre her küçük oğlan çocuk babasını öldürmek ve annesiyle evlenmek gizli dileğini yenmek zorundaydı. Bu sorunu başarıyla atlatabilirse babanın tasarımını kendi içine alır, böylece üst beni kurulmuş olur ve sonunda normal bir olgunluk ve erişkinliğe ulaşabilirdi. Eğer bunda başarısız olursa nevroz kaçınılmazdı.”

“Totem ve Tabu’nun sonunda Freud ilkel sürü ile bugünkü insanlık arasında yeniden köprüler kurmaya çalışmakta, bunu, “bir kimsenin ruhsal yaşamındaki aynı ruhsal süreçleri yaşamakta olan” kitle ruhunda aramaktadır. Ruhsal süreçler bir sonraki kuşaklarda da, belki doğrudan açıklamalar ve doğrudan geleneklerle sürmektedir. Ama bir neden de psişik yatkınlığın kalıtımla geçişidir. Her insan, kendi bilinçdışında diğer insanların tepkilerini yorumlamak, yani başkalarının kendisinin duygu kabarmalarından almış oldukları izlenimleri geri çevirebilmek için belli bir aygıta sahiptir. Bütün âdetlerin, törenlerin ve usullerin bilinçdışı anlaşılabilmesi, bunların kökeni büyük atayla olan ilişkilerde yatsa bile, yeni kuşakların da aynı duygu mirasını taşımalarını sağlamaktadır.”

“Uygarlıkta önemli olan, “katılanlann moral ortamı” ve “ideal ve sanat yaratılmasına olan katılım”dır. Çünkü bundan narsisistik türden bir doyum ve aynca yapılan işten duyulan gurur şeklinde doyum sağlanabilir. Ayrıca katılanlann belli bir uygarlık düzeyini paylaşıyor olmala-rının verdiği bir doyum da vardır.”

“İnsanlığın, doğa güçlerine egemen olduktan sonra da korkuları sürdüğü için tanrılara gereksinim de sürer. Kaderin acımasızlığına, ölüm karşısındaki çaresizliğe karşı teselli bulabilmek